Narin henüz 8 yaşındaydı. Ne köyünden dışarı çıkmıştı ne de dünyanın kötülükleriyle tanışmıştı. O, masumiyetin kendisiydi; hayatın basit oyunlarında kaybolan bir çocuktu. Ama dünya onun o saf yaşamını bir çuvala sığdıracak kadar zalimleşti. Bir sabah değil, gün ışığı yavaş yavaş çekilirken hayattan koparıldı. Gözlerimizi kapatıp günün bittiğini zannettiğimiz o anlarda, bir çuvala sığdırıldı yaşamı ve bir dere yatağına terk edildi. Toprağa değil, suya gömdüler bu kez; ama o çuvalda suyun bile kaldıramayacağı bir yük vardı: Narin’in çocuksu neşesi, yaşama hakkı ve insanlığımız…
Bu cinayet anlık bir vahşetin ötesindeydi. Bu, bir sistemin, bir düzenin yavaş yavaş çürümesinin, bilerek ve isteyerek insan hayatını gözden çıkarmasının en somut örneğiydi. O çuval sadece bir bedeni değil, hepimizin vicdanını taşıyordu.
Narin’in bedeni bulunmadan önce sorular yükseldi: Neden arama çalışmaları bu kadar sürdü? Küçücük bir köyde kaybolan bir çocuğun izine neden bu kadar geç ulaşıldı? Arama süreci, insanların umudu gibi gecikti. Cevaplar ise o karanlık açıklamalarda gizliydi. Suçu dış güçlere atmak, bu düzenin her zamanki kaçış yolu. Sorumluluktan kaçmak için her seferinde başka bir düşman yaratılır, suçun üstü örtülür. Peki ya Narin’in çığlığı? O çığlık, ne dış güçlerin ne de uzak diyarlardan gelen tehditlerin eseriydi. Narin, bu topraklarda kayboldu, bu topraklarda susturuldu. Gerçek ortada dururken sorumluluğu başkalarına yüklemek, asıl suçluları gizlemenin en acımasız şeklidir.
Narin’in kaybolması yalnızca bir çocuğun dramı değil, bir toplumun adaletle olan bağının kopuşuydu. Köyde herkesin birbirini tanıdığı bir yerde, bir çocuğun izine haftalarca ulaşılamıyorsa, bu yalnızca ihmalkarlık değil, kasıtlı bir körlüktür. Adalet, bir çocuğun yaşama hakkını koruyamadığında, o adaleti nerede arayacağız? Kimler adaletin terazisini bozdu, kimler onun yerine kirli dostlukları koydu?
Birileri çıktı ve bu köhnemiş düzeni korumak için “dostluk ilişkilerinden” bahsetti. Oysa bir çocuğun canı, hiçbir dostluk uğruna feda edilemez. Ama biz biliyoruz ki bu düzenin çarkları böyle döner. Kirli çıkarlar, suçlulara kalkan olur; masumiyet ise suyun dibine, o çuvalın içine gömülür.
Bu çürümüş sistemde adalet aramak ne kadar mümkün? Adalet, sadece zenginlerin, iktidarın elinde bir güç gösterisine dönüşmüşse, fakirin, mazlumun nereye sığınacağını sormak gerekir. Adalet, halkın umudu olmalıydı. Ama bugün adalet, yalnızca paranın gücüyle yön verilen bir araç, zenginlerin cebinde taşınan bir not haline geldi. Bir çocuğun katledilmesine göz yumanlar, kirli siyasetin çarkını döndürenler, adaleti çoktan satmışlar. Narin’in ölümüne neden olanlar yalnızca onu öldüren eller değil, adaleti bu kadar çürütüp halkın vicdanına darbe indirenlerdir.
Ah Narin… Seni koruyamadık, seni kurtaramadık. Ama unutmayacağız. Seni unutturmak isteyenlere inat, adını her sokakta, her meydanda haykıracağız. Seni çuvala koyan ellerin, bu sistemi besleyenlerin, suskun kalanların peşini bırakmayacağız.
Bu köyün sessizliği, bu toplumun çürümüşlüğü ifşa olana kadar susmayacağız. Bir çocuk susmuş olabilir, ama bu suskunluk, toplumun çığlığına dönüşecek. Edi bese!
😔😥😔
Böyle bir aile yok edilmelidir şu anda o aile hala yaşaması bir insanlık suçudur