Son yıllarda Van’da çevre bilinci oluşturmak, farkındalık yaratmak ve turizme katkı sunmak amacıyla birçok etkinlik ve festival düzenleniyor. İlk bakışta kulağa hoş gelen bu faaliyetler, kentin tanıtımına hizmet ettiği izlenimini veriyor. Çevreciler, sosyal medya fenomenleri, kurumlar ve gezi grupları Van’ın doğal ve kültürel güzelliklerini tanıtmak için yarışıyor.
Peki, Gerçekten böyle mi? Doğa bu etkinliklerden razı mı?
Bir yandan etkinlikler artarken, diğer yandan Van Gölü ve çevresinde yaşanan doğa tahribatı alarmı veriyor. Van Gölü kıyısında yapılan dolgu çalışmaları, uygunsuz otel, villalar ve diğer tahribatlar gündeme geldiğinde ise çoğunlukla sessizlik hâkim oluyor. Etkinlik ve organizasyonlarda verilen çabanın aynısını doğanın savunusu için göremiyoruz.
Güzellikleri görmekle onları hoyratça tüketmek arasındaki ince çizgi, her gün silikleşiyor.
Badem Çiçekleri Solarken
Baharın gelişiyle Van ve çevresi, doğanın en büyüleyici halini sunuyor. İşte tam da bu atmosferde düzenlenen Badem Çiçeği Festivali’ne yaklaşık 30 bin kişi katıldığı haberlere yansıdı. Amaç, Van’ı ve Akdamar Adası’nı tanıtmaktı. Ancak “sit alanı” ve “hassas korunacak alan” statüsündeki bu küçük adaya iki gün içinde on binlerce insanın ayak basması, adanın kırılgan doğal ve kültürel dokusunu ciddi şekilde zorluyor. Orada canlıların yaşam alanları daralıyor, tarihi yapılar insan kalabağıyla risk altına giriyor.
Eğer tanıttığımız güzellikleri risk altına atıyorsak, neyin reklamını yapıyoruz?
Kadraja Giremeyen Gerçekler
Benzer bir durum, baharın renkleriyle canlanan Çarpanak Adası’nda ve çevresindeki Çarpanak Mahallesi’nde de yaşanıyor. Bu dönemde sosyal medya fenomenlerinin ve gezginlerin uğrak noktası haline geliyor. Her açan çiçek, her büyüleyici manzara bir ekosistemin parçası. Koparılan her ters laleler, ezilen her kuş yuvası bu hassas dengeyi bozuyor. Ancak bu tahribat fotoğraf karelerine yansımıyor. Paylaşılan sadece göz alıcı manzaralar.
Cilo Dağı: Buzulların Ağıdı
Yakın gelecekte Hakkari’de yapılması beklenen Cilo Festivali ise doğayla kurduğumuz ilişkiyi daha da düşündürüyor. Binlerce yıllık Cilo buzulları, iklim değişikliğinin etkisiyle erirken, bu hassas bölgeye sahneler ve ses sistemleriyle girmek doğaya bir müdahale değil de nedir? Davul zurna eşliğinde, yüksek sesli konserlerle yapılan bu “festival” hangi kültürel değere hizmet ediyor?
Bu ve benzeri hassas alanlara insan yığınlarını çekenler, savundukları kültürün ne olduğunu açıklasalar da biz de anlayabilsek.
Saint Thomas Manastırı: Hafızayı Çiğnemek
Geçtiğimiz yıllarda “doğa yürüyüşü” adı altında Saint Thomas Manastırı’na yapılan toplu ziyaret hafızalarda. Yıkılmaya yüz tutmuş bu tarihi yapının üzerinde onlarca insan fotoğraf çekmişti. Üstelik buna öncülük edenler kentte popüler olan “aktivist” gruptu.
Bir fotoğraf karesi uğruna yıkılmak üzere olan tarihi manastır üzerinde tepinmek nasıl bir aktivizm oluyordu?
Doğa Bir Tüketim Malzemesi mi?
Son yıllarda Van, “keşif” adı altında doğanın tüketildiği bir arenaya dönüşüyor. Sosyal medya fenomenleri ve doğa gezginleri, birer avcı gibi önce ücra bir köşeyi keşfediyor, ardından takipçilerini peşinden sürüklüyor. Benzer şekilde bazı doğa grupları da kalabalıklar halinde hassas doğal alanlara akın ediyor. İyi niyetle düzenlense de, bu etkinliklerin birçoğu farkındalık yaratmak yerine doğanın taşıyamayacağı bir yükü artırıyor.
Özellikle sit alanlarında, sadece kamp yapmak değil, girişlerin bile kontrollü olması gerekirken, doğanın bu kadar hoyratça kullanılabilmesi üzerine düşünmemiz gerekiyor. Neden her yeni keşif, bir süre sonra doğanın zararına olacak şekilde araçsallaştırılıyor?
Tüm bu örnekler, bazı etkinlik ve festival içeriklerinin, amacının uygulama biçiminin acilen yeniden sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Akdamar Adası gibi hassas ekosistemlerde düzenlenen büyük ölçekli organizasyonlar, farklı bir formatla ve farklı mekânlarda yapılmalı.
Van’ın eşsiz doğasını, tarihi kültürel miras varlıklarını tanıtmak ne kadar önemliyse, bu değerlere sahip çıkmak ve maruz kaldığı tahribatın önüne geçmek de en az o kadar önemlidir. Gözümüzü kamaştıran manzaraların sonsuza dek var olması için, sadece güzellikleri değil, aynı zamanda bu güzellikleri tehdit eden her türlü olumsuzluğu da aynı hassasiyetle görmeli ve engellemeliyiz. Aksi takdirde, bugün hayranlıkla baktığımız manzaralar, yarın sadece acı bir hatıra olarak kalabilir.
Emeğinize sağlık çok doğru tespitler yapmışsınız.